İtikadî Ve Uhrevî Açıdan
Ehl-i sünnet bilginlerinin
ve kelâmcıların çoğunluğu, âhirette haşrin cismanî olacağı, insanın ruh ve
bedeniyle birlikte diriltilip böylece haşrolacağı, hesaba çekileceği, ceza veya
ödüle muhatap olacağı görüşündedir. Kur'an âyetleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir.[1]Âhirette haşrin cismanî
(bedenî) olacağı inancının, organ naklinin tereddütle karşılanmasında kısmen de
olsa etkisi vardır. Ancak konu yakından incelendiğinde organ naklinin cismanî
haşirle doğrudan ilişkisi, daha doğrusu organ naklinin cismanî haşir inancını
zedeleyen bir yönü bulunmadığı, nakledilecek organın tekrar asıl sahibine
döneceği ifade edilebilir. Nitekim organların toprakta çürümesi, yanıp kül
olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenmesi de onun tekrar asıl sahibinde
haşrolunmasına engel değildir. Gerçekten Kur'ân-ı Kerîm'de[2] ahirette
insanın bütün uzuvlarının en ince ayrıntıya kadar toplanacağı ifade edilir. Bu
ve benzeri delillerden yola çıkan İslâm bilginleri de herkesin aslî
parçalarının kendisiyle haşrolacağı görüşündedirler.
Takma organın yeni
sahibinde sevap veya günah işleyen bir kişinin cüzünü oluşturması da tamamen
bu yeni sahibiyle alâkalı bir meseledir. Çünkü sorumlulukta aslolan iradedir,
sorumlusu da o organları kullanan şahıstır.
Kıyamet gününde organların
şahitliği meselesine gelince, bu husustaki ayet ve hadisler organların âhirette
lisân-ı hâl ile konuşacağı şeklinde anlaşılabileceği gibi, Allah'ın huzurunda
insanın hiçbir mazeret ileri sürme ve yalan beyanda bulunma imkânının
olmayacağı, her şeyin apaçık ortada olacağı anlamında da yorumlanabilir. Bu
konudaki ayetler[3]gerçek
anlamında alınsa bile yine organ nakline engel bir delil teşkil etmez. Zira
her şey Allah'ın bilgisi dahilindedir ve organlar her bir bedende bulundukları
süre içinde olup bitene şahitlik edebilirler.
Konuya genel olarak dinî
sorumluluk esasları açısından bakıldığında ise, öncelikle şunu belirtmek gerekir
ki, duygu, düşünce, akıl, inanç gibi manevî, ruhî özellikler, organların
biyolojik yapısına bağlı olmadığından, organ nakliyle kişilik transferi
olmamaktadır. Diğer taraftan, dikkatten uzak tutulmaması gereken bir husus,
İslâm dininin, cinsi, milliyeti, rengi, dini, konumu ne olursa olsun her insana
insan olarak baktığı ve eşit bir yaşama hakkı tanımış olduğudur. Şu halde organ
veren kimsenin veya organ verilen şahsın fâsık yahut gayri müslim olması gibi
şahsî durumlarından ötürü diğer tarafın dinen sorumlu olabileceğinin ileri
sürülmesi de İsabetli olmaz.
İslâm tedaviye önem
vermiş, her insana tedavi olmada eşit haklar tanımış, bir insana hayat vermeyi
bütün insanlığa hayat verme mesabesinde görmüştür.[4] Buna
göre, organ nakli açısından müslüman ile gayri müslim, dindar ile fâsık ayırımı
yapılması doğru olmaz. Kaldı ki doğruya hidayet eden de, eceli takdir eden de
Allah'tır. Sorumlulukta herkesin kendi hür iradesi esastır. Bu sebeple,
müslüman veya dindar olmayana organ vermenin, onun günah işlemesine yardımcı
olmak veya ömrünü uzatmak olarak değerlendirilmesi İslâm'ın bu konudaki genel
esasları ile bağdaşmaz.
Kur'an'da[5] ve hadislerde[6] insan
hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret halinde haram fiillerin mubah hale
geleceği ve günahın kalkacağı bildirilmiştir. İslâm ölüye değer vermekle
birlikte, insana ve hayata daha çok değer vermiş, hayatı korumayı dinin beş
temel maksadından biri saymıştır.
Çağdaş İslâm bilginleri ve
fetva kuruluşları, ölüden (kadavra) tedavi maksadıyla organ alınmasına ve
hastaya nakledilmesine, çeşitli gerekçelere istinaden cevaz vermişlerdir. Bu
cümleden olarak, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu
daha önceki kararlarının yanı sıra 03.03. 1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı
ile, belli şartların bulunması halinde ölüden diriye organ naklinin caiz
olduğuna fetva vermiştir. Yukarıda işaret edilen kurullar ve şahıslar, ölüden
diriye organ naklinin caiz olabilmesi için şu şartların bulunması gerektiğini
belirtirler:
1. Organ naklinde zaruretin bulunması,
2. Konunun uzmanlarında hastanın bu tedavi ile iyileşeceğine dair güçlü bir
kanaatin oluşmuş bulunması,
3. Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının
alınmış olması,
4. Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması,
5. Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması,
6. Alıcının da buna razı olması.
Diriden diriye organ
naklinin hükmüne gelince; bazı çağdaş İslâm bilginleri ve fetva kurulları
belli şartlarla buna da cevaz vermişlerdir. Bu cümleden olarak Kuveyt Evkaf ve
Din İşleri Bakanlığı'na bağlı Kuveyt Fetva Kurulu'nun, Suudi Arabistan'daki Dünya
İslâm Birliği'ne bağlı Fıkıh Akademisi'nin ve İslâm Konferansı Teşkilâtı'na
bağlı İslâm Fıkıh Akademisi'nin kararlarında diriden diriye organ nakli, belli
şartlarla caiz görülmüştür. Bunun cevazı için ileri sürülen şartlar ise
şunlardır:
1. Zaruretin bulunması,
2. Vericinin izin ve rızasının bulunması,
3. Organın alınmasının, vericinin hayatını ve sağlığını bozmayacak olması ve
bu durumun tıbbî raporla belgelendirilmesi,
4. Konunun uzmanlarında operasyon ve tedavinin başarılı olacağına dair güçlü
bir kanaat oluşmuş bulunması,
5. Yeterli tıbbî ve teknik şartların bulunması,
6. Organ vermenin ücret veya belli bir menfaat karşılığı olmaması.
Bu fetvanın dinî dayanağı
olarak yukarıda zikredilen deliller, özellikle “Kim bir insana hayat
verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibidir”(el-Maide 5/2) ve “iyilik
ve takva üzere yardımlaşınız” (el-Maide 5/32) mealindeki âyetler ile
yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı, zararı önleyip faydalıyı hâkim
kılmayı emir ve tavsiye eden hadisler gösterilmektedir.
Diriden diriye organ
naklini caiz görmeyen çağdaş İslâm bilginlerinin sayısı, ölüden organ nakli
konusundakine göre biraz daha fazladır. Bu görüşün sahipleri gerekçe olarak
da, insanın kendi organlarına mâlik olmadığını ve onlar üzerinde tasarruf yapma
hakkının bulunmadığını, insanın saygıdeğer ve dokunulmaz olduğunu, organ
naklinin hilkati (aslî yaratılış) değiştirdiğini, iki taraf için de denk bir
tehlike teşkil ettiğinden bunun zararın zararla giderilmesi kabilinden olduğunu
ileri sürmektedirler.
Ancak, diriden alınan her
organ ve dokunun aynı sonucu doğurmadığı ve aynı derecede hayati tehlike,
sağlık bozukluğu veya görünüm çirkinliği meydana getirmediği açıktır. Vericiyi
riske sokmadığı, sağlığını veya görünümünü bozmadığı takdirde, tıbbî verileri
esas almak ve organ nakline -zarureten başvurulan alternatifsiz bir tedavi
yöntemi olduğu sürece- olumlu bakmak, herhalde İslâmî prensiplerle ve dinî
hükümlerin amaçlarıyla daha uyumlu bir tavır olacaktır.
Öte yandan, kişiye kendi
vücudundan organ veya doku nakli meselesi önemli tereddütlere yol açmamış; İslâm
Konferansı Teşkilâtı'na bağlı olan İslâm Fıkıh Akademisi'nin kararında, sağladığı
yarar, getireceği zarardan fazla olmak, biyolojik veya psikolojik açıdan kişiyi
sıkıntıya sokan bir kusur veya rahatsızlığın giderilmesi amacına yönelik
bulunmak şartıyla bu tür tıbbî operasyonların caiz olduğu belirtilmiştir.
Buna karşılık aynı
kararda, kişinin hayatiyetine son veren, yine hayatiyetine son vermese de
vücudun temel fonksiyonlarından birini tamamen sona erdiren organ yahut
organların alınması yoluyla diriden diriye organ naklinin caiz olmadığı
vurgulanmıştır.
Değerli
Müminler!
İnsan,
Allah'ın yer yüzünde yarattığı en değerli ve en üstün varlıktır. Yaratılış ve
temel haklar açısından insanlar arasında fark yoktur. Allah, insanları fizik
yapıları, engelli veya engelsiz oluşlarına göre değil iman, ahlak, takva veya
inkar, isyan ve zulüm açısından değerlendirir. Allah katında en üstün insan en
muttakî insandır..
İster ilâhî bir imtihan sonucu,
isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle
karşılaşsın insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir.
Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına ve
tedavi olması engel değildir. Aksine tedavi olmak, dertlere çare aramak Allah
ve Peygamberin emridir.
İslâm dininin dünyada
insanların fert ve toplum olarak sağlık, huzur ve güven içinde yaşamasına önem
verdiği, bunu sağlayıcı tedbirlerin bir kısmını emrettiği, bir kısmını da
insanların çaba ve inisiyatiflerine bırakıp ilke olarak teşvik ettiği
bilinmektedir. Organ naklinin artık alternatifsiz bir tedavi yöntemi olarak
insanları hayata döndürdüğü görüldükten sonra kamuoyu tarafından sergilenen
tereddütlerin ve çekimser tavrın terkedilmesi, hatta bu yönde ciddi adımların
atılması, kamuoyu oluşturulması ve bunu sağlayacak kurumların kurulması
gerekir. İnsan hayatına çok değer veren bir dinin mensubu olan müslümanlann bu
konuda dünyaya öncülük ve örneklik etmesi bile beklenir.
0 σχόλια: